The Serpent
BBC & Netflix ortak yapımı, 8 bölümden oluşan mini dizi The Serpent, seri katil Charles Sobhraj’ın gerçek hayatını konu alıyor. İki hollandalı gezginin birden kaybolması Hollanda diplomatı Herman Knippenberg’in dikkatini çeker ve Bangok, Hindistan, Pakistan ve Fransa gibi pek çok ülke arasında flashback’ler ile (Dark dizisindeki gibi kafa yakan türden değil) tarihi ve kültürel bir seyahate çıktığımız hikayemiz başlar. Bu incelemenin daha çok gerçek hayattan bilgiler içerdiğini, hippi yaşamına fazlasıyla yer verdiğimi öncesinde söylemem gerekli.
Huzurlu 70’ler
2. Dünya Savaşı sonrası tekdüze bir hayata geçiş yapan ailelerin çocukları bu rahat hayattan sıkılırlar. Barış, özgürlük ve aşk hareketi ortaya çıkar. İlk olarak 1967 yılında “Summer of Love” hareketiyle San Fransisco’da toplanırlar. “The Beatles” ve “The Rolling Stone” gibi rock müzik gruplarının yaygınlaşması ile sıkıcı hayatlarından kurtulmak ve daha özgür hissetmek için ruhani bir arayış içine girerler.
Hippi Yolu: Ruhani Arayış
Sadece sırt çantalarını yanlarına alarak Batı Avrupa’dan başlayan Hippi yolunu, “Magic Bus” olarak isimlendirdikleri renkli özgürlük sembolleriyle boyalı otobüsler ile Katmandu’da sonlandırırlar. Ana buluşma noktalarından bir tanesi ise İstanbul’daki Lale Restourant’tır. (Hippiler bu ismi söylemesi zor geldiği için raflardaki pudinglerden dolayı Pudding Shop olarak olarak söylermiş.)
Tabi o zamanlar haberleşme aygıtları bu kadar yaygın değildi. İstabulda toplanan Hippiler bu restoranda toplanır ve panoya hangi güzergahtan gideceklerini ve araçlarında kaç kişilik yerleri olduğu gibi duyuruları bu panoya yazarak haberleşirler ve kendilerine yoldaş ararlar.
Zıtlıklar Karmaşası
Diziye tekrar döndüğümüzde kötü kahraman Charles Sobhraj’ın dizide iyi gösterilip, antagonist olan Hollandalı diplomat Herman Knippenberg’in takıntılı bir kişi olarak bize yansıtıldığını görüyoruz. Bu biraz senaristin izleyicileri karmaşanın içinde dizinin sonuna kadar devam eden akıcılığın yakalanması için yaptığını düşünüyorum. Diplomatın’da azimli mücadelesi ise takdire şayan.
Sinematografi
Dizide kullanılan kıyafetler ve mekanlar 70’li yılların ruhunu yansıtmakta başarılı. Dizinin introsundan başlayan gerilim tüm sezon boyunca devam ediyor. Besteci Dominik Scherrer’in besteleri ve 70’leri yansıtan Fransızca ve Tayca müzikler bizi diziye daha çok adapte ediyor.
- Olay Örgüsü100/100 MükemmelZamanlar arasındaki geçişin akıcılığı bozmadan kusursuz olması ve senaryonun gerçek bir hayat hikayesinden oluşması, oyuncuların da gerçek kişilere olan benzerliği çok etkileyici.
- Sinematografi80/100 Çok İyiDizide kullanılan kıyafetler ve mekanlar 70'li yılların ruhunu yansıtmakta başarılı. Dizinin introsundan başlayan gerilim tüm sezon boyunca devam ediyor.
- Oyunculuk80/100 Çok İyi
- Ses/Müzik85/100 EtkileyiciBesteci Dominik Scherrer'in besteleri ve 70'leri yansıtan Fransızca ve Tayca müzikler bizi diziye daha çok adapte ediyor.